20 Mart 2015 Cuma

GREV PLAZADA DA OLUR


İstanbul Kalkınma Ajansı çalışanları toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde mutabakata varılamadığı için 16 Mart'ta başlattıkları grevlerini, anlaşma sağlanması üzerine 17 Mart'ta sonlandırdılar.


Plazaların önünde görmeye pek alışkın olmadığımız karelerden biriyle karşılaştık 16 Mart'ta: davullu zurnalı grev halayı çeken beyaz yakalılar. Kalkınma Bakanlığı'na bağlı 26 kalkınma ajansından biri olan İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA) çalışanları 16 Mart'ta grev başlattıklarını açıkladılar.

Aslı Silahdaroğlu
Çalışanlar, greve başlama sebepleri birbirlerinden farklı da olsa mağduriyetlerini ortak bir paydada birleştirip hak arama mücadelesine girdiklerini söylüyorlar. İSTKA'da uzman olarak görev yapan ve aynı zamanda grevde gözcü olarak yer almış Aslı Silahdaroğlu kendi greve gitme sebebini şu şekilde anlatıyor: "Ben Ekim 2013'te başladım burada çalışmaya. Bir süre sonra şunu fark ettim ki yanımda benimle aynı işi yapan arkadaş, benimle aynı tecrübeye sahip olmakla birlikte sırf benden daha önce işe alınmış olduğu için çok daha yüksek bir maaş alıyor. Sebebi de onların başka bir yasa kapsamında ücretlendiriliyor olmaları. Ben daha sonra çıkan bir torba yasaya dayandığımdan farklı bir şekilde ücretlendiriliyorum. Dolayısıyla bu anayasadaki 'eşit işe eşit ücret' ilkesine kesinlikle aykırı." Bu durumda olan tek kişi değil Aslı Silahdaroğlu. Öyle ki İSTKA'da çalışan uzmanlar kendi aralarında iki şekilde isimlendiriliyorlar: 666 sayılı kanun hükmünde kararnameye tabi olanlara 666'lı, Yüksek Planlama Kurumu kararına tabi olanlara da YPK'lı deniyor. İSTKA çalışanlarını greve götüren en önemli sebep de ücretlerdeki bu dengesizlik.

Diğer bir önemli sebep ise destek personeli olarak çalışanların durumlarından memnun olmamaları.
Meliha Türk
İSTKA çalışanlarından Meliha Türk, "Benim mali müşavir olarak 16 yıllık deneyimim var. Fakat burada; işimizin İngilizce ile hiçbir alakası olmamasına rağmen İngilizce bilmediğim için destek personeli adı altında, devletteki karşılığı 'hizmetli' olan bir kadroda çalışıyorum" diyor. Dört senedir 2250 TL olan maaşına hiçbir şekilde zam gelmediğini söyleyen Türk, "YPK çıktığında genel sekreterimiz yönetim kuruluna maaşları sundu. Dört yıldır zam almayan insanlar olmasına rağmen yönetim kurulu, 'Şimdi bu gündemimizde değil, 2015'in başında görüşelim' diyerek bunu ertelediler. Bizim mağduriyetimiz yönetim kurulumuz tarafından görülmedi" diyor.

Vesile Aliş
İSTKA çalışanları ücretlerdeki dengesizlikler, zam alamama, sosyal hakları edinememe, izinlerle ilgili problemler, mesai saatlerinin uzunluğu gibi sorunların çözülememesi üzerine Türk-İş'e bağlı Koop-İş Sendikası'na üye olmuşlar ve haklarını sendikal yollarla aramaya karar vermişler. İSTKA'da uzman olarak çalışan Vesile Aliş grev yapmak gibi bir amaçlarının hiç olmadığını söylüyor. "Greve çıkmak, hakkımızı bu yoldan aramak gibi bir amacımız yoktu. Grev isteklerimizi gerçekleştirmek için bir araçtı. Süreç içerisinde her bir çözüm önerimiz olumsuz yanıtlanınca elimizdeki aracı kullanmak durumunda kaldık" diyor Aliş. Evli ve iki çocuğu olan Vesile Aliş'e, toplumdaki birçok kişiye kıyasla iyi bir maaşı olan işini kaybetmekten korkup korkmadığını sorduğumuzda, "Korkmadım. Bu bir hak mücadelesiyse, bu bireysel olarak benim kaybım olmayacaktı. Aynı odada, aynı ortamda çalıştığım arkadaşlarım için de hak mücadelesine çıktım" diye yanıtlıyor.

Grev yapmaya karar verdiklerini açıkladıklarında işverenin, işveren sendikasının hatta kendi sendikalarının bile bunu gerçekleştireceklerine pek inançları olmadığını söylüyor Aslı Silahdaroğlu. "Biz bu anlamda çok büyük bir ön yargıyı yıktık. Biz de şaşkınız aslında. Kendi gücümüzü sahada anladık" diye ekliyor.

"Topuklu ayakkabıyla da grev yapılır"

Betül Celep
Greve çıkarken özellikle topuklu ayakkabı giyen Uzman Betül Celep, bunun sebebini şu şekilde açıklıyor: "Biz beyaz yakalıyız, plazada çalışıyoruz. Mavi yakalı işçilerden daha farklı bir imaj yaratıyor olabiliriz ama bunu farklı bir noktaya çekebilmek için inatla topuklu ayakkabı giydim ben. Çünkü 'Topuklu ayakkabıyla da grev yapılır' mesajını vermek istedim." Ayrıca Twitter'da da "Topuklu ayakkabılarımızla, takım elbiselerimizle, fabrikalardan plazalara taşıdığımız grevimizde ikinci gün" yazarak bu mesajı daha çok kişiye iletmeye çalıştıklarını söylüyor Celep.

İSTKA çalışanları greve çıktıklarını açıkladıklarında iyi maaşları ve mevkileri sebebiyle internetteki bazı platformlarda olumsuz tepkiler aldılar. Bu durumun tahmin ettikleri bir şey olduğunu söylüyor Betül Celep. "Biz bu işin; maaşın miktarından çok adaletsizlikle ilgili olduğunu, beyaz yakalısı mavi yakalısı fark etmez bunu bütün işçilerin yaşadığını anlatmak istedik. Biz hepimiz işçiyiz, iş kanununa bağlıyız. Biz üniversite bitirmiş işçileriz belki, sizlerden daha yüksek maaş alıyoruz doğrudur. Biz belki yurt dışına gittik, yüksek lisans yaptık ama bizim iş yerimizde de işçilere uygulanan adaletsizlikler mevcut. Bölücü olan söylemi seçmenin hiçbir anlamı yok" diyor Celep.

"Bizi kariyer peşinden koşmaya sevk ediyorlar, birbirimizin gözünü oymaya teşvik ediyorlar ama biz dayanışıyoruz" diyerek karşı çıkıyor verilen olumsuz tepkilere Aslı Silahdaroğlu. Özellikle özel sektördeki beyaz yakalıların işveren tarafından, örtük olarak da olsa kışkırtıldığını söyleyen Silahdaroğlu,"Eğer işverenin istediği gibi davranırsan daha kolay yükseliyorsun. Eğer arkadaşını kötü gösterirsen sen daha iyi görünüyorsun.O yüzden beyaz yakalıların dayanışmasının koşulları gerçekten çok sınırlı. Biz grevimizle bu dayanışmanın mümkün olabileceğini gösterdik" diyor.

İSTKA çalışanları grevlerinin ilk günündelerken; üst düzey yetkililer masa başında oturmuşlar, oturmayanlarla da telefonla iletişime geçilmiş ve bir mutabakat sağlanmış. Bu ücret eşitsizliğini çözeceğine dair İstanbul Valisi Vasip Şahin'den bir söz alınmış. Buna istinaden de Türk-İş, Koop-İş, TÜHİS bir mütabakata varmış. Yine de ertesi güne kadar grevi bırakmadıklarını ve ertesi gün de toplu iş sözleşmesi imzaladıklarını belirtiyor Aslı Silahdaroğlu. Buna rağmen henüz tam olarak rahatlamış halde olmadıklarını söyleyen Silahdaroğlu, "Şu an fiilen bizim hayatımızı zorlaştıran şeyler çözüldü fakat ücret eşitsizliğiyle ilgili durum nisanda yapılacak olan yönetim kurulu toplantısı sonucunda netlik kazanacak" diyor.



Sözlerini şöyle noktalıyor Aslı Silahdaroğlu: "Bir toplu iş sözleşmesi imzalamış olmak, maaşlarda bir eşitlik sağlamış olmak o mücadelenin bittiği anlamına gelmiyor. Eğer siz arkasında durmazsanız haklarınızı ihlal etmek isteyen birileri mutlaka olur. Biz her zaman tetikte olacağız ama bundan sonra kendimizi daha güçlü hissediyoruz."


13 Mart 2015 Cuma

DİRENİŞ SARAYI'NDA HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK


Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nden atılan 98 işçi, "direniş sarayları"nda 96 gündür mücadele veriyor.

Derme çatma kurulmuş bir çadırın üzerinde yazan "saray" kelimesi ironi gibi gelebilir size. Biz de Maltepe işçilerinin çadırının kapısında yazan "Direniş Sarayı" yazısını okuduğumuz ilk anda aynı şeyi hissetmiştik. Fakat içeri girdikten sonra anladık ki bir direnişin sarayı da işte ancak böyle olabilirdi!

Çadırdan içeri girdiğiniz anda tam karşınızda kocaman harflerle yazılmış şu yazı karşılıyor sizi önce: Her şey çok güzel olacak. Önce bu yazıyla sonra da çadırın tam ortasında yanan sobanın sıcaklığıyla ısınıyor içiniz. Sonra da o sobanın etrafına toplanmış insanların sohbetiyle noktalıyorsunuz ısınma faslını.

                   


Bir kenarına iliştirilmiş Nazım şiiriyle, en az üç çaydanlıktan yayılan çay kokusuyla, sobanın üzerindeki semaveriyle, bir kenara kapatılmış megafonuyla, saksıdaki çiçekleriyle, gece nöbet tutan işçiler için katlanmış battaniyeleriyle burası "Direniş Sarayı" ismini sonuna kadar hak ediyor diye düşünüyorsunuz.

   
   



Bu çadır nasıl kurulmuştu?

Direnişlerinin başlama hikayesini işten çıkarılan işçilerden İnan Haspolat şöyle anlatuyor: "Her eylül ayında zam yapıyorlar bize. Ama bu zamlar hep yüzde bir, yüzde iki oranında oluyordu. Ağustosta muhasebe müdürüyle toplantı yaptık. 'Elimden geleni yapacağım, sizi memnun edeceğim. Bana
teşekkür edeceksiniz' dedi. Eylül geldiğinde, maaşlar yatınca fark ettik ki 30 TL ile 70 TL arası bir zam yapılmış işçilere. 5-6 Ekim gibi Hasan Bey (Hastane Genel Müdürü Hasan Köse) geldi ve bize 'Sizin gibi işçi dışarıda çok. Ne iş yapıyorsunuz ki? Alt tarafı paspasçısınız, bir paspas atıp bırakıyorsunuz' dedi. Bu sözleri duyduktan sonra biz de sendikalı olmaya karar verdik. Hiç değilse haklarımızı birileri korusun istedik".

Yaklaşık 62 işçinin DİSK'e bağlı Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası'na toplu olarak üye olmasından üç gün sonra, ilk işçi çıkarımı gerçekleşmiş. Ardından bu işçi çıkarımları üzerine sosyal medyada kızgınlığını belirten üç işçi daha işten çıkarılmış. Bu olaylardan sonra Maltepe Üniversitesi Rektörü Şahin Karasar ile bir toplantı gerçekleştirilmiş. Toplantıda bulunan kişilerden Dev Sağlık-İş Sendikası Eğitim ve Örgütlenme Uzmanı Erdoğan Demir, "28 Kasım'da yaptığımız görüşmede rektör çok açık bir biçimde sendikal düşmanlığını ifade etti. Bir üniversite rektörü bilim insanıdır. Haktan, hukuktan, adaletten yana olmasını beklediğimiz, bilim insanları yetiştiren ya da böyle bir iddiası olan rektör bize şöyle dedi: 'Bizim ülkemizde iş yerlerinin yüzde doksan sekizinde sendika yok, neden bizimkinde olsun? Biz kesinlikle müsaade etmeyiz. İş yerlerinin yüzde doksan sekizindeki işverenler işçiler sendikalı olmak istediğinde orada nasıl tepki gösteriyorsa bizim de burada aynı tepkiyi vereceğimizi bilin' dedi" diyor.

Bu görüşmeden birkaç gün sonra işçilerle yapılan toplantıda üniversite yönetiminin bu tavrını protesto etmeye karar verdiklerini söylüyor Erdoğan Demir. "Vardiyalara topluca girip topluca çıkarak protesto etme kararı aldık.4 Aralık günü vardiyaya giren arkadaşlarımızı toplu bir biçimde hastanenin girişine kadar alkışlarla uğurladık. Slogan atmadık. Yaklaşık 30-35 arkadaşımız kartlarını toplu bir biçimde bastılar. En azından toplu bir şekilde hareket edeceğimizi göstermek istedik bu eylemle. Bu olay 4 Aralık'ta gerçekleşti, 94 işçinin daha işten atılma günü ise 6 Aralık. İşverenin bizim bu toplu davranma eylemimize karşılık vermiş olduğu cevap da toplu işten çıkarma oldu" diyor. İşten çıkarılan 98 işçinin arasında karı-koca olarak çalışan dört ailenin, İŞKUR tarafından gönderilen engellilerin ve kanser tedavisi görmekte olan bir işçinin olduğunu öğreniyoruz.

İnan Haspolat, "6 Aralık'ta bizi işten çıkardılar 8'inde taşeron işçi alımı yapıldı hastaneye. Sağlıktan anlamayan işçileri getirdiler. Taşeron işçiler inşaatlarda, alışveriş merkezlerinde çalışıyorlar. Şimdi bu işçileri alıp hastaneye koyarsan ne verim alabilirsiniz?" diyor. İşten çıkarıldıktan sonra telefonlarına hastane yönetiminden 'Taşeron firma aracılığıyla yeniden çalışmak isteyen arkadaşlar bize başvurabilir' diye mesaj geldiğini ama onların bu teklifi kabul etmediklerini söyleyen Haspolat, "8 Aralık günü hakkımızı aramak için bu çadırı kurduk ve o zamandan beri de direniyoruz" diyor.

                               

     


6 Mart 2015 Cuma

BEDAŞ İşçileri Direnişlerinin 200 Gününü Devirdi


Boğaziçi Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (BEDAŞ) işçileri, işten çıkarılan 27 işçinin geri alınması ve iş güvenliğinin sağlanması için gösterdikleri direnişlerinde 200 günü geride bıraktılar.

Mürşit Sepetçi, 37 yaşında ve üç çocuk babası. BEDAŞ’ta çalışmaya başlayalı 15 sene olmuş. Hangi dalı varsa bu sektörün, hemen hemen hepsinde çalışmış: okuması, kesmesi, normal işçiliği, şefliği… “Sonunda geldiğim nokta ise işte bu çadır” diyor.

Mürşit Sepetçi
Mürşit Sepetçi’yle 2 Mart'ta yani direnişlerinin 200'üncü gününde, BEDAŞ’ın Genel Müdürlük binası önündeki direniş çadırındayız.

200 gün önce bu direnişi başlatan olayları kısaca şöyle anlatıyor Sepetçi: "BEDAŞ'ta bu sürece kadar, çok kaza oluyordu zaten. Tabii ki işçiler tek başlarına olduğu zaman olaylara tepki gösteremiyorlar. Bir hata olsa bile patronlar üstünü kapatıyorlardı. Sendikanın gelmesi ve insanlara iş güvenliğini öğretmesiyle bilinç sahibi olan arkadaşlar Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'na (DİSK) bağlı Enerji-Sen çatısı altında toplanmaya başladılar. İş güvenliği ve işçi sağlığının sağlanması ve yaralanmalara karşı önlem alınmasını talep ettik. Biz bunları talep etmeye başlayınca patron veya onun emrinde çalışan müdürleri bu durumdan rahatsız olmaya başladılar. Enerji-Sen'e üye olan işçilere uyarılar gelmeye başladı. İzlediğimiz yolun doğru yol olmadığını söylediler. ‘Zaten biz bunları sağlıyoruz, bu sendikadan uzak durun’ dediler. Aslında biz onlara mali yük olmak değil, onlardan sadece can güvenliğimizi sağlamalarını istiyorduk. Bizi orada istememeye başladılar. Biz Enerji-Sen üyeleri olarak iş güvenliğiyle ilgili imza topladık ve bu imzaları genel müdürlüğe ve çalışma bakanlığına bıraktık. Bunu takip eden süreçte önce iki arkadaşımızı işten çıkardılar. Peşinden biz de onlara destek verdiğimiz için benimle birlikte 25 işçi daha işten çıkarıldı."

“Arkadaşlar dediler, işten atılmışız. Dedik, canımız sağ olsun.”

BEDAŞ çalışanlarının bugüne kadar çok sık ve çok ciddi boyutlarda iş kazaları yaşadığını belirten Mürşit Sepetçi, “Biz elektriğe karşı çalışan emekçileriz. Elektrik çarpması sonucu çok ciddi yaralanmalar, bu ciddi yaralanmalar sonunda da hasar bırakma veya ölümler yaşanıyor. Bunlara karşılık yanmaz eldiven, yanmaz ayakkabılar, kontrol kalemleri istedik. Dışarıdan baktığınızda elektrik belki kulağa çok hafif bir şeymiş gibi gelebilir ama bu elektrik çarpmaları sizi bir duvardan bir duvara atabiliyor. İkinci olarak yalnız değil, iki kişi olarak çalışmayı talep ettik. Yasal olarak prosedürde yapılması gereken de budur zaten. Çünkü birimize elektrik çarpması gibi bir şey olduğu zaman ikinci kişinin ona yardım etmesi lazım. Bunları kabul etmediler. Kabul etmeme sebeplerini açıklamayı bir kenara bırakın, bizi işten çıkartmadan önce bile hiçbir açıklama yapmadılar. 13 Ağustos günü işe geldik. Arkadaşlar dediler, işten atılmışız. Dedik, canımız sağ olsun. İşçisi olduğumuz kurumun içine bizi almadılar” diye sitem ediyor.

“Baskı daha insan kaynaklarındayken başlıyor”

İşçilerin, sadece seçtikleri sendika yüzünden işten çıkarıldığını söylüyor Mürşit Sepetçi ve BEDAŞ’taki yapılanmayı şu şekilde açıklıyor: Burada iki tane sendika var, patronun sendikası bir de işçinin sendikası. Patronun sendikası olan Türkiye Enerji Su ve Gaz İşçileri Sendikası (Tes-İş), olayın en başında bizi rüşvet karşılığı satın almak istedi. Toplu sözleşme yapıldı. Bu sözleşme aslında patronun sendikanın önüne koymuş olduğu sözleşmeydi. Tes-İş imzalayıp işçilerin önüne getirdi. Biz buna karşı çıktık. İşçilere Tes-İş'li olmaları karşılığında 2500 TL para verildi. Biz bu paraları kabul etmedik. Biz onurlu işçileriz.
İşten en son çıkarılan BEDAŞ çalışanı Alican Albayrak beş buçuk aydır orada çalıştığını ve sendika için yapılan bu baskıların daha işe girdikleri ilk anda başladığını anlatıyor. “Baskı daha insan kaynaklarındayken başlıyor. Masada oturan kişi, ‘Üç ay deneme sürecindesin. Üç ay kesinlikle hiçbir sendikaya üye değilsin. Üç ay sonra Tes-İş'e üye olcaksın. Tes-İş'e üye olduktan sonra da maaşın 300 TL artacak, 200 TL yemek parası olacak ve 170 TL de yol parası olacak’ diyor. Seni bu şekilde Tes-İş'e yönlendirmeye çalışıyorlar. Oysa, Enerji-Sen'e üye olduktan sonra da Dayanışma Aidatı Dilekçesi vererek aynı haklardan yararlanabilirsin. Bunu söylemiyorlar tabii” diyor.

"Polis bizi değil, bize karşı sermayeyi koruyor"

200 gün boyunca onları çadırdan atmak için her şeyi denediklerini söyleyen Sepetçi, "Çadırı kaldırmak için ellerinden geleni yaptılar. Yerlerde sürüklendik, dayak yedik... Ama biz de sesimizi duyurmak için elimizden geleni yapmaya devam ettik" diyor.

Aydın Nadir
Enerji-Sen İşyeri Temsilcisi Aydın Nadir ise yaşadıkları sıkıntıları şu sözlerle ifade ediyor: "Bir hafta önce burada 20'ye yakın güvenlik tabir-i caizse üstümüzden geçti. Sıkıştığı noktada şiddete başvuruyorlar. Sürekli bir taciz söz konusu. Kolluk kuvvetleri gelip 'Şikayet var sizi gözaltına alacağız' diyor. Yalandan saçma nedenlerle ifademiz alınıyor. BEDAŞ'ta şu an polisler dolaşıyor, beraber yemek yiyorlar. Burada en ufak bir şey yapsak hemen iki otobüs çevik geliyor. Dün burada toplantı vardı. Biz hiçbir şey bilmiyoruz, burada oturuyoruz. Çevik geldi, burayı çembere aldı. Ne olmuş? Patronun biri geçiyormuş. Polis bizi değil, bize karşı sermayeyi koruyor."

“Bir arkadaşımız altı tane bölge değiştirdi”

Dışarıda direnen işçilerin yaşadıkları baskı kadar içeride çalışmaya devam eden ve direnişe destek veren işçiler de baskı altında yaşıyorlar. Mürşit Sepetçi, bu işçiler üzerinde ciddi şekilde yıldırma politikaları uygulandığından bahsediyor: Direnişe destek veren ve hala Bedaş'ta çalışmakta olan arkadaşlarımız hiçbir şekilde geri durmuyorlar. Fakat onları yıldırmak için her yol deneniyor. Yerlerini değiştiriyorlar örneğin. İşçinin evi Taksim'de diyelim, Taksim'de çalışıyor. Oradan Sarıyer'e sürüyorlar bu işçiyi. Tabii o işin çalışma saatleri uygun değil, çalışma şartları uygun değil. Bir arkadaşımız altı tane bölge değiştirdi. Oradan oraya sürüyorlar ama çocuk inat, direniyor. Onlara karşı duran işçileri böyle yöntemlerle yıldırmaya çalışıyorlar.
Alican Albayrak işten atılmadan önce kendisine de türlü yöntemlerle yıldırma politikaları uygulandığını söylüyor. “Benim işten atılma olayım da şu şekilde oldu: iş yükümü arttırdılar. İki günlük işi bir günde yapmam gerektiğini söylediler. Ben orasının bir günlük değil iki günlük bir iş olduğunu söyleyince hakaret ettiler ve üzerime yürüdüler. Bu şekilde mobing uyguluyorlar işte” diyor Albayrak.

 'Bu kadar düşünüyorsan nalbur satıyor, git al'

Aydın Nadir'in yaptığı açıklamalara göre BEDAŞ'ta bir ayda 60'a yakın iş kazası gerçekleşiyor. "İşçi bir yalıtıcı tornavida talep ettiğinde, 'Bu kadar düşünüyorsan nalbur satıyor, git al' diyorlar. Tek başımıza trafolara gönderiyorlar bizi. Yanıyoruz o trafolarda. Bir arkadaşımız var hala yatıyor yoğun bakımda, her tarafı yandığı için. Adama dokunamadılar bile" diyor Nadir. Geçen yıl 1900’e yakın işçi ölümü yaşandığını ve bir günde ortalama 7 ila 10 arasında işçi ölümü yaşandığını sözlerine ekliyor.


CLK’yı tanıyor muyuz?

Birçoğumuzun sadece elektrik faturalarının üzerinden tanıdığı Cengiz-Limak-Kolin’den (CLK) neden bu kadar nefret ettikleriniAydın Nadir, CLK’yı ayrıntılı bir şekilde tanıtarak açıklıyor. Nadir, “Burada çok büyük bir sermayeye karşı mücadele veriyoruz: Cengiz-Limak-Kolin. Cengiz'i nereden tanıyoruz? Buraları devralırken topluma açık bir şekilde küfreden Mehmet Cengiz’in holdingi. Bugün bir mahkeme vardı Mehmet Cengiz'e karşı açılan. Bir vatandaş benim değerlerime hakaret etti diyerek dava açıyor ve kazanıyor. Bu emsal bir davadır. Tüm vatandaşlar açabilir bu davayı. Limak'ı nereden tanıyoruz? Siirt'te baraj kapaklarını açıp piknik yapan insanları sular altında bırakarak, bir tanesi çocuk beş kişinin ölümüne sebep olmasıyla hatırlıyoruz. Bir nevi eli kanlı bir şirket. Kolin'i nereden tanıyoruz? Soma'nın Yırca Köyü'nde insanların geçim kaynağı olan altı bin tane zeytin ağacını kökünden kazımalarıyla tanıyoruz. Köylüleri, kadınları yerlerde sürüklediler. Demem o ki burada mücadele sadece bizim değildir” diyor.

"Venezüella’dan gelip bizi ziyaret eden var"

Direnişlerine toplumdan gelen tepkileri sorduğumuzda Aydın Nadir, "Sesimizi yeterince duyurabildiğimize inanıyoruz. Belki ülkemizde yeterince duyarlı vatandaş yok ama Venezüella’dan gelip bizi ziyaret eden var. Hollanda'dan, Almanya'dan gelen var. Şuradan geçen 100 vatandaştan sadece ikisi üçü dönüp burada ne oluyor diye bakıyor. Ama bir turist geçtiği zaman gelip soruyor. İlgileniyor, destek oluyorlar" diye cevap veriyor. Tam bu sırada uzunca bir korna sesiyle çadırın önünden bir araba geçiyor. Orada geçirdiğimiz zaman boyunca çadırın önüne koyulan 'Destek ol, korna çal' yazısına uyan tek araba da o oluyor zaten.


Direnişin görünmeyen yüzleri de var

“Biz direnişin görünen yüzüyüz aslında. Bir de görünmeyen yüzleri var” diyor Alican Albayrak. “Onlar da evlerdeki eşler, çocuklar... Ben evli değilim ama etrafımdaki arkadaşlardan biliyorum. Boşanma derecesine gelen insanlar var” diyor.
Evli ve üç çocuğu olan Mürşit Sepetçi’ye evinde neler yaşadığını sorduğumuzda, “Evdeki sorunlarımdan bahsetmek istemiyorum. Evde sorunum yok, deyip geçiyorum” diye cevap veriyor. “Eşim de çalışmıyor, ben de altı buçuk aydır işsizim. Fakat ben şanslıyım. Çünkü kardeşim yanımda. Ele güne beni muhtaç etmedi. Bugüne kadar zorlandığım zamanlar çok oldu ama kardeşim bunu her seferinde asgariye indirdi. Altın kalpli bir kardeşim olmasaydı belki de bilmiyorum...” diye ekliyor Sepetçi.

Bu yaşadıkları sürecin bütün ilişkilerini etkilediğini anlatan Mürşit Sepetçi, "Arkadaşını bile aramaya korkuyorsun. Telefonlarına bakamıyorlar. 'Acaba bir şey mi isteyecek?' diye düşünüyorlar. İstemeyeceğim be kardeşim! Aç telefonumu; halini hatırını sorayım, sesini duyayım. Bana o yetecek" diyor.

"Bana, 'Sen bu harekete önderlik yapma, şefliği bırakma biz seni daha yüksek noktalara getireceğiz' dediler"

BEDAŞ'tan çıkarıldığında şef görevinde olan Mürşit Sepetçi, “İnanın ki ben kendim için mücadele etmedim. Ben bu kurumda şef olarak çalışıyordum, işçinin bir üstüydüm. Ben zaten hakkımı alıyordum. Arkadaşlarım da haklarını alsınlar istedim. Ama geriye dönüp baktığında haklarını almaları için uğraştığın insanlar seni bir anda satabiliyorlar. En üzücü nokta da bu oluyor. Ben niye şefliği bıraktım ki? Ben halimden memnundum. Altımda arabam, sınırsız benzinim, iyi bir maaşım vardı. Neden? Bir şekilde işçi kazansın, bunun önderi olayım dedim. Bana, 'Sen bu harekete önderlik yapma, şefliği bırakma biz seni daha yüksek noktalara getireceğiz' dediler. Ben bunları reddederken arkamda olan kalabalık bir anda yok oldu” diyor ve devam ediyor: “O zaman soruyorsun kendine, 'Biz de mi insanları sırtlarından vursaydık? Biz de mi paraya satsaydık mücadelemizi?' Ama ben satarsam, sen satarsan, o satarsa bu işçilerin sesini kim duyuracak?”

 "Onursuz demek istemiyorum onlara ama keşke o arkadaşlarımız onurlarını 3 bin TL'ye satmasalardı da biz de 200 gün burada acı çekmeseydik"

"Polis bizi copladıkça biz ertesi gün daha kalabalık olarak geliyoruz. Niye? Sen ölmeyesin diye. İçeride çalışan arkadaşlarım bize destek verseydi bu çadır buradan çözülecek, onlar da haklarını alacaklardı. Benim üç tane çocuğum var, annem yanımda, kiracıyım. Adamın evi var, bekar. Sen neden korkuyorsun? Sen işten çıksan 800 TL'ye geçinirsin. Ben geçinemem. Benim sadece ev kiram 800 TL. Ben korkmuyorum, mücadele ediyorum. Sen neden korkuyorsun işçi kardeşim benim?" diye sitem ediyor Mürşit Sepetçi. Sonra da, "Kusura bakmayın, biraz doluyum da o yüzden böyle konuşuyorum" diye ekliyor mahcup bir ifadeyle.

Sözlerini şöyle bitiyor Sepetçi: "Onursuz demek istemiyorum onlara ama keşke o arkadaşlarımız onurlarını 3 bin TL'ye satmasalardı da biz de 200 gün burada acı çekmeseydik. Ama bize destek veren çok insan var. Çadır bugün yıkılacaksa küçük bir destek gördüğümüzde bir 10 gün sonraya erteleniyor. 200 gün uzun bir zaman. Şimdi 1'den başlayın saymaya, 200'e gelene kadar sıkılacaksınız. Biz bu kadar uzun süre dayandıysak etraftan gelen destekler sayesindedir. Biz bu destekle başaracağımıza inanıyoruz."


BEDAŞ işçileri direnişlerinin 200'üncü gününü BEDAŞ Genel Müdürlüğü önüne düzenledikleri yürüyüşle sonlandırdılar. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekilleri Süleyman Çelebi, Melda Onur ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu'nun da aralarında bulunduğu yaklaşık 200 kişi, yürüyüş öncesi def eşliğinde türküler söyledi ve halaylar çekti.